Çocukluk ve Saadet
Çocukken bazı şeyler bize hayal gibi gelirdi. Anlam aramakta güçlük çekerdik. Başka bir alemde var olmuştuk sanki. Dünyanın nasıl olduğunu, yaşamın, varlığın, ölümün, adaletin, merhametin vb. gibi duyguların aslında ne tür kavramlar olduğunu bilmezdik hatta onlardan haberdar bile değildik.
Kendi iç dünyamızda yaşardık, belki de oyuncakların var olduğu küçük bir dünyada yaşadığımızı zannederdik. Masallar bize uyum sağlardı; biz masallara. Anlatılan bütün küçürek hikayelere inanırdık. Yavaş yavaş okul, dersler, gelecek kaygısı ve zaman birbirlerini ittiler. Sonra da büyümeye başladık farkında olmadan. Zamanın nasıl geçtiğini daha kimse çözememiştir eminim.
Her birimiz buluğ çağına geldiğimizde bir şeyleri algılamaya, sorgulamaya, düzeltmeye, öğrenmeye çalıştık. İnkar edilmez bir gerçek ki, kendi benliğimizde kaybolduğumuz zamanlar bile oldu. Ancak dünyanın işlenişine akıl erdirsek de bazı şeylere bir türlü erişim sağlayamadık.
Var oluşumuz, bir muammaydı. Dini inanışlar, batıl inançlar, burçlar, gezegenler, büsbütün galaksi....
Yani evren o kadar büyüktü ki, onun için yazılan ve araştırılan şeyler devede kulak kalırdı.
Kafamızdaki sorular her gün daha da artarken biz büyümeye, gelişmeye, olgunlaşmaya devam ettik. Fakat bu yeterli olmadı diyebilirim. Çünkü hala eksik bir şeyler var ve insanlar bu çıkmazın içinden kaçış yolunu aramaya bile çalışmıyor. Tembellik, güzellik algıları, nice densizlik...İnsanları bir bir kuyusuna çekti ve kimse oradan çıkamadı. Ufkumuzu açan şeyler gün geçtikçe azalıyor desem haksız sayılmam. Teknoloji geliştikçe aslında insana uyandırılan çalışma, merak etme duygusu azaldı. Özellikle bu yüzden birçok şeyde geri kalmışlık var.
Kimi çözüm arayışı içindeyken bazıları onu bile yapmaktan aciz...
Çünkü cevap bulamadığımız tüm sorular bizi bir şarampole yuvarlıyor. O yüzden onlar da dünya halini o kadar boş vermiş ki, nükleer bombalar dünyanın her yerini sarıyor olsa bile hiçbir şey umurunda değil.
"Nasıl olsa öleceğiz" mantığı var bir kere. Neden uğraşılsın ki!
Zaman kısıtlı, yeme-içme derdi almış başını gidiyor. İnsanlar onu düşünecek halde bile değil. Böylelikle geçen paragrafta dediğim şeye tekrar geliyoruz. Geri kalmışlık...Ve günden güne artması ihtimali daha da aldı başını.
Çocukluk ve saadet işte burada değer kazanıyor. Çocuklukta sırtımızda belli bir yük olmadığı için ve tam olarak dünya ilerleyişini, endüstrilerin, iş dünyasının, pazarlamanın, sevginin daha ne olduğunu bilmediğimiz, aklımızın var olduğundan bile haberdar olmadığımız için doğal olarak saadet kaçınılmazdı. Büyüdükçe insanoğlu kendini unutup, başka şeylerle vakit geçirme hırsını kazandı...
Bu yüzden çocukluk ve saadet doğru orantılıdır. Ne kadar yetişkin o kadar akıl, ne kadar okumuşluk o kadar farkındalık...
Saadetin parayla ya da fakir olma ile alakası yoktur. Bunun tam da bir üst paragraftaki yaptığım açıklamayla ilişkisi vardır. O yüzden mutluluğa ya da mutsuzluk kavramlarını irdelemeye 'kim daha mutlu?' diye sormaya hiç gerek yok. İnsanoğlu, galaksinin çıkarlarına göre çalıştığını anladığı anda zaten bütün sır bozulmuştu.
Yorumlar
Yorum Gönder